iç sesim on the mic #2: Çokluk Doğruluk Doğrurabilir Mi?

Temmuz 13, 2022




    3 dakika 47 saniye okuma süresi

     İnsanlığın ilerleyebilmesi ve hayatın bi' şekilde devamı için çokluk doğruluk doğurmak zorundadır. Yani çoğunluğun inandığı şeyler doğru olmak zorundadır. Matematik ve fizik gibi aklımıza gelen en rasyonel olguların temeli bile aslında tamamen çoğunluğun doğru olduğu varsayımı üzerine kuruludur. Mesela yer çekimiyle ilgili o efsanevi elma sahnesini ele alalım. Belki katrilyon birinci denememizde elma aşağı değil de yukarı doğru hareketlenecektir ancak biz daha o kadar deneme yapmadığımız için yer çekiminin varlığını kabul etmişizdir. Ya da belki elmayla dünya birbirine aşıktır ve binlerce yıl sonra birbirlerini çekmeyi bırakacaklardır ancak biz yer çekiminin ebedi bir şey olduğuna ya da 2+2'nin 4 olduğuna inanmak zorundayızdır ki tüm insanlık ortak bir zemin üzerinde yükselebilsin. 

    Aslında trilyon defa attığımız paranın hep yazı ya da tura gelmiş olması, trilyon birincinin de yazı gelme olasılığının 1/2 olduğu gerçeğini hiçbir zaman değiştirmez. Yani çokluk doğruluk doğurmaz ve bu tamamen insanlığın ilerleyebilmesi için uydurulmuş bir yanılsamadır. Ne var ki içimizdeki insani dürtüleri buna inandıramayız çünkü insanlığın gelişmesi için bir şekilde çokluğun doğruluk olduğuna inanma ihtiyacı zihnimizin en derinlerine kazılıdır.

    Bu durum sadece rasyonel bilimlerde değil toplumsal yaşamda da kendini sık sık gösterir. Özellikle insanlığın soyut gelişmeler kat edebilmesi için çoğu insanın inandığı şey doğru olmalıdır ki diğer insanları çokluğa değil de doğruya inandırmak daha kolay olabilsin ve ortak bir ilerleme kat edilebilsin. Çoğunluğun onayladığı toplumsal normlar doğru olarak kabul edilmelidir ki toplumun diğer bireyleri bu doğrulara inansınlar ve toplumsal sürdürebilirlik sağlanabilsin. Ancak bu konu üzerinde azıcık düşünen herkes farkındadır ki toplumsal normların birçoğu kişisel ölçekte çok yanlıştır ve yapılan genellemeler tabii ki mozaiğin hiçbir parçası için tam anlamıyla uyuşmamaktadır.

    Kişisel hayatlarımızdaki asıl sıkıntılar da tam olarak bu farkında olmadığımız kabullenişten başlar. İnsanlığın varoluşu kadar eski olan bu yaklaşım içimize o kadar işlemiştir ki bu sebepten ötürü bir sürü hata yaparız. Her olayın kendi içinde eşsiz olduğu algısını yitiririz bir yerden sonra. Birkaç insanın bizim için veya vereceğimiz kararlar için yapacağı aynı doğrultudaki yorumları gerçeklik zannederiz ve doğru algımız bozulur. Bu yanılgının altında, çokluk yanılgısının yanında tüm insanlarda olan akıl verme ve akıl alma hevesi de yatar aslında. O yüzden hepimiz çoğu kararlarımızı başka insanlara danışırız ve onların söyledikleri çoğunluğa uygun gerçekleri doğru kabul ederiz ya da çoğunluğun söylediği şey isteğimizle örtüşmese bile mantık çerçevesinden çıkmamak için isteğimizin bu olduğunu sanırız.

    Tüm insanlar anlatmaya ve bilmeye bayılırlar, özellikle de bildikleri şey karşı taraftan tasdik aldığı zaman. Aynı zamanda tüm insanlar bir bilgi parçacığıyla hayatlarının değişeceğine inanmak isterler. En çok satan kitapların arasında aforizmaların olma sebeplerinden biri de budur, insanlar hayatlarını değiştirecek "o cümleyi" ararlar birçok zaman. Hatta bu durum, en klasik popüler kültür hikayelerinde bile her şeyi bilen ak sakallı bilgenin başrole "o cümleyi" söylemesi ve hikayenin bi' anda çözülmesi şeklinde de vuku bulmuştur. 

    Hayat, çokluklara inansaydı şu an bir çoğumuzun ismini bile duymamış olacağı efsanelerle doludur. Atatürk, Samsun'a çıktığı zaman kimsenin ona yaptığı şeyin mantıklı olduğunu söylediğini sanmıyorum mesela. Bunun ana sebebi size akıl veren ya da verecek olan kimsenin siz olmadığı ve olayları tüm detaylarıyla anlatsanız, hatta tüm olayları bir kameradan izletme şansınız olsa dahi işin duygusal boyutuna ve deneyimlerinize hiçbir zaman siz kadar hakim olamayacağıdır. Yani bir basketbol koçundan futbol takımınız için duyacağınız "o cümleler" ilk başta kulağa mantıklı gelebilir ancak sahaya çıktığınız zaman işler pek de istediğiniz gibi gitmez. Örneğin Atatürk'e başarısız olacağını söyleyen birisi Atatürk kadar ileri görüşlü ve küçük detayları görebilen birisi olmayabilir ki toplumun birçoğunun ortalama bir zekaya sahip olarak yaşayıp öldüğünü de göz önünde bulundurursak aslında çokluk, efsanelere ve asıl olan gerçeklere ulaşılmasındaki en büyük handikaptır.

    Efsaneleri yaratmanın önündeki en büyük engel çokluğa ve çokluktan dolayı mantıklı sandığımız şeylere karşı gelmekte olan cesaretsizliğimizdir.

Beğenebileceğin Diğer Yazılar:

5 Yorum

Labels